Aşk, delicesine bir duygu. Sevene her türlü çılgınlığı yaptırırcasına güçlü, yakarcasına da kızgın. Tutkunun zirvesine uçururcasına fırtınalı. Bittiğinde de öldürürcesine acı.
Uygarlık tarihi biraz da aşkların tarihidir. Kadınla erkeğin, sevenle sevilenin, âşıkla maşukun tarihi…
Ama insanlık tarihi gibi, aşkların tarihi de dikensiz gül bahçesi değildir. Kahkahalar ve buselerle olduğu kadar, acılar ve gözyaşlarıyla da işlenmiş bir kanaviçedir bu…
Yaşandığı döneme ilişkin ipucu verir ve dönüp bakınca insana güzel gelir. Bu yazımızda geçtiğimiz asra damgasını vuran aşk hikâyeleri var. Kimi meşhur olmuş, kimi unutulmuş, kimi efsanevi, kimi berduş aşklar bunlar…
kimsesizim hısmımda yok hasmımda,
görünmezim cismimde yok resmimde,
dil üzmezim tek hece var ismimde,
barınağım gönül denen yer benim.
Cemal Safi
Leyla İle Mecnun
Leyla ve Kays (Mecnun’un asıl adı) ilkokul yıllarında birbirlerine âşık olmuşlardır. Kısa zamanda her yere yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla’yı okuldan alır ve Kays’la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays halk arasında Mecnun diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun’a bir çok kişi Leyla’yı unutmasını söyler; ancak onun için kainat artık Leyla’dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta dedesi onu bu dertten kurtulmak üzere Allah’a yakarması için Kabe’ye götürür; ama o tam tersine derdinin artması için dua eder. Hem Leyla’nın hem Mecnun’un halleri gittikçe perişanlaşmaktadır. Başkasıyla nikahlandırılan Leyla, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikâye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir türlü cefasıyla yoğrulmaktadır. Dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leyla’nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir.
Birgün Leyla çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve “Leyla benim içimdedir, sen kimsin?” der. Leyla, Mecnunun ulaştığı mertebeyi anlar ve evine geri döner ve üzerinden fazla zaman geçmeden Leyla hayata gözlerini yumar. Mecnun, onun mezarına uzanır ve canından can gitmiş gibi hıçkıra hıçkıra ağlar. Yaradana feryat figan dualar ederek canını almasını, kendisini Leyla’sına kavuşturmasını ister. Duası kabul olur, göklerin gürlemesiyle birlikte Leyla’sına kavuşur âşıklar âşığı yürüyen ilahe Mecnun …
Bu hikâyenin sonunda; seven ve sevilen bir olmuşlardır. Âşık kendini madde dünyasından tamamen soyutlamayı başarmış ve sevdiğine ulaşmıştır. Bu noktadan sonra seven ve sevilen diye iki farklı kişiden bahsetmekte yanlıştır; ruhlar ilahi visal(ilahi kavuşmaya)e ulaşmışlardır. Bu yüzden artık Mecnun sevdiğini kendinden dışarıda aramamaktadır, bu dünyayı onun yeri kabul etmemektedir. Bu mesnevide Fuzuli, dünyevi aşkı bir basamak olarak kullanıp onun üstünden maddeden ayrılıp tamamen ruha ait olan ilahi aşkı anlatır.
Mark Antony ve Kleopatra / M.Ö. 31
Roma ve Mısır
Öyle güçlü bir aşk yaşadılar ki ayrılmaları için savaş başlatıldı. Mark Antony, Kleopatra’ya olan aşkı yüzünden karısı Octavia’dan ayrılınca, Octavia’nın erkek kardeşi Octaivan roma ordusunu onları yok etmek için Mısır’a getirmiştir. Fakat iki aşık ayrılmak yerine intihar etmeyi tercih ettiler; gerçek Romeo ve Juliet hikayesi!
Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim…
Ferhat ile Şirin
Efsaneye göre Ferhat, Persler döneminde yaşamış ünlü bir nakkaştır. Sultan Mehmene Banu’nun kız kardeşi Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini yaparken Şirin’i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Ferhat, Sultan’a haber salarak Şirin’i istetir. Sultan, kız kardeşini vermek istemez. Ferhat’ı oyalamak için Elma Dağı’nı delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat, sevdanın verdiği aşkla dağları delmeye başlar. Mehmene Banu, dağı delip suyun akacağı kanalı tamamlamak üzere olan Ferhat’ın yanına yaşlı dadısını göndererek, Şirin’in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat, bu acı haber üzerine, elinde tuttuğu külüngü havaya atar, düşen külünk Ferhat’ın başına isabet eder ver Ferhat orada ölür.
Ferhat’ın acı haberini alan Şirin korku ve heyecanla olayın geçtiği kayalığa gelir.Ferhat’ın öldüğünü görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan aşağı yuvarlanarak, orada can verir. Her iki sevgiliyi, can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler.
Derler ki, her bahar iki mezar üzerinde iki gül bitermiş. Tam birbirlerine kavuşmak üzereyken, mezarların ortasında bir kara çalı peyda olur, iki gülün kavuşmalarını engellermiş.
Mısırlı Ramses de inanmıyordu aşk’a
Mısırlı Ramses de inanmıyordu aşk’a
Bu yüzden de gözlerini mumyalatmadı
Yüzyıllarca piramitleri dolaştı sessiz
Rastlayamadı aşk tanrıçası Kleopatra’ya.
Firavunlar aşka inanmazlarmış. Bu yüzden piramitlerde mumyalanarak öte dünyaya uzanmayı düşlemişler. Nice savaşlardan, nice katliamlardan sıyrılıp piramitlere sığınan firavunların hikâyesi hala giz dolu ve çözümlenememiş bir lahit gibi duruyor tarihin tozlu sayfalarında.
Ramses’in gözleri mumyalanırken açık bırakılmış. Aşk’a inançsızlığını göstermek için mumyacılar onu adeta cezalandırmışlar. Kum fırtınaları ile geçen günlerin ürpertici sessizliğinde Ramses asırlardır gönlünün sultanını aramış. Elleriyle gözlerine dokunacak ve onu sargılardan kurtaracak kadını beklemiş durmuş.
Nice güneşler doğup, on binlerce geceler yarasa kanatlarında geçmişin derinliklerine dalıp dalıp çıkmış gün yüzüne. Nice savaşlar, barışlar görmüş bu garip küre. Yaşam her gün giyip giyip çıkarmış kirlenen entarilerini. Sevdanın gelgitlerinde onlarca güneş doğmuş sevenlerin yüreklerine.
Aşk Tanrısı uğradığı ihanetleri sineye çeke çeke gaddar bir kişiliğe bürünmüş bir zaman sonra. Arenada aslanlarla gladyatörler güç gösterisi yaparken, kanlı mızraklar, çelikten kılıçlar ve balyozların sırları döktüğü kalkanlar kavurucu sıcakta parlarken, izleyenleri kan gölünde dans ettirmiş. Kazananlar alkışlanmış, kaybedenler bir kenara fırlatılmış.
Asırların hızlı döngüsünde aşk yolunda aşınan adımlar, çevrilen ruletler, kazanmayı ve kaybetmeyi beceremeyen insanları kollarına almış. Sevginin limanları her gün yeni yolcuları konuk ederek evrimini tamamlamış. Dalgalar bazen hırçın, bazen sakin vurmuş yaşam kayalarına.
Geçmişin karanlıklarından Ramses’in çığlıkları her duyulduğunda, her devrilen gün yeni bir güne merhabalar sunduğunda, aşk aynı elbiseyle görünmüş insanlara. Mevsimlerce hiç çıkarmamış kirlenmiş elbisesini. Saçları dağınık bir gece olmuş, fırtınalarda bile yelken açmış sonsuzluk ateşiyle yanan yüreklere.
Uzağı böylesine sevmenin tek açıklaması aşkın ütopyasındaki çözülemeyen sırlardır asırlardır anlatılmak istenen. Sevda için verilen canlar, dökülen kanlar, gözyaşlarının denizine dönüşmüş. Buruk olmuş tadı sevdanın ve acıları barındırmış koynunda. Hep açık dursa da kapıları acının harman vakitlerinde savrulmuş sevdalar rüzgarla birlikte yüreklerde.
Ramses’in gözleri de bu yüzden inanmıyordu aşk’a. Onun için gözlerini mumyalatmadı. Yüzyıllarca piramitlerde dolaştı, sessiz. Rastlayamadı Aşk tanrıçası Kleopetra’ya. Kırmızı şarap doluydu testisi Ramses’in ve sevdadan yananların şerefine kaldırdı kadehini içti doyasıya. Dağlara çıktı günlerce. Ne kral bıraktı, ne de cellat. Taşlara meydan okudu. Ayaklarının altında ezilen üzümlere kanını döktü ve yıkık sarayların mahzenlerinde canına kıydı.
Dağlar günlerce ağıt yakmış sonra. Yanardağlar hiddetinden lav usmuş yıllarca. Göller denize karışıp, denizler dağları yutmuş. Ramses’in gözleri o günden bu güne hiç açılmamış. Balıkçılar ağlarında onun gözlerini aramış durmuşlar. Uzaklarda, çok uzaklarda eski gömütler gün yüzüne çıkınca tarih haykırmış, hesap vermiş asırlar sonra. Ramses’in gözlerini bir akrep kemirmişti ve ‘Akrep Kral’ olmuştu günler
Napolyon ve Josephine /1800’ler
Fransa
Napolyon güzel Josephine’i görür görmez vurulmuş ancak kendini ifade etmesi seneler sürmüştür.
Bir kez bir araya geldikten sonra, ihanet ve dramla dolu gerçekten fırtınalı bir aşk yaşadılar. Josephine bir varis doğuramayınca, Napolyon onu başka bir kadın için terk etti ve Josephine kalp kırıklığından öldü.
Napolyon Josephine’i asla unutamadı.
Bülbül benim lisanımla ötüştü.
Bir gül için can evinden tutuştu.
Yüreğime Toroslar’dan çığ düştü.
Yangınımı söndürmedi kar benim…
Kerem ile Aslı
Sururi Şah ile musahibi Keşiş Yahud’un çocukları olmadığından ikisi de dertlidir. Birgün birlikte seyahate çıkarlar. Yolda eğer çocukları olursa birbirleri ile evlendirmeye söz verirler. Önlerine çıkan bir dervişe dertlerini açarlar. Dervişin verdiği elmaları hanımları ile yedikten sonra, Hatice Sultan bir oğlan, Keşiş’in hanımı da bir kız doğurur. Çocuklar büyür, Ahmed Mirza 15 yaşına gelir. Birgün Mirza, avdan dönerken bir bahçede rastladığı gergef işleyen bir kıza tutulur. Bu kız ise Kara Sultan’dır. Ahmed Mirza kızla konuşup isimlerini değiştirirler. Mirza, Kerem Kara; Sultan da Aslı Han ismini alır. Daha sonra Kerem bu aşktan dolayı yemeden içmeden kesilir. Bunu babası duyar. Sururi Şah verdikleri sözü hatırlatarak kızı Keşiş’ten ister.
Keşiş’in kardeşi sihirbazdır. Aslı’nın kendisine bir bela getireceğini söyleyip Azerbaycan’dan Anadolu’ya kaçmalarını söyler. Aslı’yı Kerem’e vermeyi kabul etmeyen Keşiş ailece kaçar.
Kerem de vefalı arkadaşı Sofu ile birlikte Aslı’yı aramaya çıkar. Kerem ile Sofu köy köy, şehir şehir onların peşinden giderler. Bir keresinde Aslı ile buluşacağı sırada Keşiş türlü hilelerle Aslı’yı kaçırır.
Kerem onların Kayseri’de yerleştiklerini öğrenir. Keşiş’in görev yaptığı manastırı bularak orada kıyafet değiştirip hizmetçilik yapar. Ama kimliği anlaşılınca kovulur. Üzüntüden Kerem’in dişleri ağrımaya başlar. Aslı’nın anasının dişçilik yaptığını öğrenir. Kerem diş çektirmek bahanesiyle, Aslı ile buluşur. Kerem başı Aslı’nın dizinde 32 dişini çektirir. Ağzının kanını silerken daha önce verilen nişan mendilinden annesi onu tanır, Kerem’i oradan da kovarlar. Çektiği sevdanın bir kısmını Aslı’ya verip hak dine dönmesi için Allaha dua eder; duası kabul olur. Aslı uykuya dalar. Pirler aşk suyundan verir, hak dini kabul eder. Kerem elini yüzüne sürünce 32 dişi tekrar yerine gelir.
Evde pusu kuran beyin adamları Kerem ile Sofu’yu yakalarlar. Beyin kız kardeşi bu işi çözmek için, Aslı’yı da aralarına katıp 40 tane güzel kızı süsleyerek gül bahçesine salar. Bahçeye getirilen Kerem gözlerini Aslı’dan ayırmaz. Keşiş kızını tekrar kaçırır. Bu defa Kerem ile Sofu onları Halep’te bulurlar. Halep Paşasının arzusu üzerine Keşiş düğüne razı olur. Keşiş bu sefer de, gerdek gecesi kızına sihirli bir elbise giydirir.
Aşıp geldim nice dağlar belinden,
Neler çektim ben bu aşkın elinden,
Kurtulamam elâlemin dilinden
Çöz aslım çöz göğsün düğmelerini.
Hain baban ne bey bilir ne kadı,
Sihirli fistanla elim bağladı,
Dillere düşmeden Keremin adı
Çöz aslım çöz göğsün düğmelerini.
Gerdek gecesi düğmeleri çözüldükçe iliklenen bu elbise sabaha kadar açılmaz. Muradına kavuşamayan Kerem, imsak vakti yürekten bir ah çeker. Ağzından çıkan alev Kerem’i yakıp kül eder.
Bir ateş düştü özüme
Dünya görünmez gözüme
Ölürsem gel mezerime
Yanarım Aslım yanarım.
Keremim söylenir adım,
Arşa dayandı feryadım,
Mahşere kaldı muradım,
Yanarım Aslım yanarım.
Aslı, Kerem’in külleri başında 40 gün bekler. Küller dağıldıkça saçı ile dağılan külleri toplar.
Ağa Kerem paşa Kerem han Kerem,
Ateş Kerem, tutuş Kerem yan Kerem,
İşte ben de yanıyorum can Kerem
Cennetinde buluştursun Rabbimiz.
Kırkıncı gün külleri toplarken saçı tutuşur, Aslı da yanar. Onun külleri de Kerem’in küllerine karışır.
Juan ve Evita Peron / 1940’lar
Juan Domingo ve Evita inanılmaz politik güce sahip aşıklardı. Kendisini fakir hayatından kurtarıp, Juan’ı baştan çıkaran Evita, kendisini ade şık olmaktan alıkoyamadı. Birlikte Arjantin hükümetinin tüm faaliyetlerini değiştirdiler ve dönemin en çok sevilen politik çiftlerinden birisi oldular.
Büyük zaferlerinin birinin hemen ardından Evita trajedik bir şekilde kanserden öldü.
Niceler sultandı, kraldı, şahtı.
Benimle değişti talihi bahtı,
Yerle bir eylerim tac ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim…
Prens Edward ve Wallis Simpson / 1900’ler
Edward, son derece çekici ve evli olan Wallis Simpson’a aşık olduğunda İngiliz monarşisi için son derece önemli değişiklikler yaptı. Wallis, İngiltere kraliçesi olamayan bir Amerikalı olarak 1934’de kocasından ayrıldı ve ikili son derece vahşi bir romans yaşamaya başladı. Edward 1936’da İngiltere kralı oldu ama çok geçmeden sevdiği kadınla evlenebilmek için tacını iade etti.
Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim’i,
Her oyunu bozan gizli zor benim…
Voltaire ve Emilie du Chatelet / 1700’ler
Fransa
1700 ler Fransa’sı, Voltaire Fransız kraliyet ailesi tarafından son derece sevilen bir yazardı ve Emilie de genç, akıllı bir sosyete güzeli. Emilie, Marquis du Chatelet’le evli olmasına rağmen kendisi gibi Voltaire de insanların ne düşündüğünü önemsemiyordu.
Emilie ölene kadar 15 yıl boyunca sevgili olarak yaşadı ve bilindiler. Hatta Emilie’nin kocası trarafından alınan bir evde yaşadılar.
Birbirlerine karşı sadece fiziksel bir çekim duymuyor, birbirlerinin zekasından da son derece etkileniyorlardı.
Yeryüzünde ben ürettim veremi.
Lokman Hekim bulamadı çaremi.
Aslı icin kül eyledim Kerem’i.
İbrahim’in atıldığı kor benim…
Czar Nicholas II ve Alexandra Fedeorovna /
1800’lerin sonu ve 1900’lerin başı
Nicholas, Rusya’nın gelecekteki Sezar’ı, güzel Alman Prensesi Alexandra’ya aşık oldu.
Tarafların aile baskılarına rağmen birlikteliklerini kimseden saklamadan yaşamaktan çekinmediler.
Bolşevikler Rus kraliyet ailesini esir aldığında, Alexandra ve Nicholas birlikte idam edildi.
Sebep bazı Leyla, bazı Şirin’di.
Hatrım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim…
Richard Burton ve Elizabeth Taylor / 1960’lar
Amerika
Richard Burton ve Elizabeth Taylor, Mark Antony ve Klopatra’nın aşk hikayesini anlatan film de dahil olmak üzere pek çok eserde birlikte rol aldılar. Ve birbirlerine hissettikleri kimyasal ve cinsel çekime daha fazla dayanamayıp, ikisi de evli olduğu halde aşk yaşamaya başladılar.
Daha sonra evlendiler, ama fırtınalı aşkları çabuk söndü ve boşandılar… Sadece 16 ay sonra Afrika’da tekrar birbirletriyle evlenmek için!
İlahimle Mevlana’yı döndürdüm.
Yunus’umla öfkeleri dindirdim.
Günahımla çok ocaklar söndürdüm.
Mevla’danım, hayır benim, şer benim…
Atatürk’ün İlk Aşkı Eleni’nin Gözyaşları
Atatürk Anı Odası’na gezenlere müze görevlisi tarafından bir aşk mektubu veriliyor, Atatürk’ün Askeri İdadi’de öğrenci olduğu dönemdeki ”İlk aşkı” Eleni’nin yazdığı mektup…
Bir Rum iş adamının kızı olan Eleni ile Mustafa Kemal’in evlenmesine önce Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın izin vermediği, daha sonra da babasının Eleni’yi kahyasıyla evlendirdiği anlatılıyor.
Eleni’nin müzede dağıtılan ve Atatürk’e hitaben yazdığı aşk mektubu şöyle:
”Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kağıttaki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu yırt.
Manastırlı Eleni Karinte, bir gün tanıdığı ve aşık olduğu adama bütün ömrünü harcamıştır. Benim seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar çok seviyorsan, kendisine hiçbir şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum. Fakat, balkondaki kızı hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca bekleyeceğimi bilmeni istiyorum.
Döneceğini, beni unutmayacağını biliyorum. Babam vefat etti. Beni senden ayırdığından tam bir yıl geçti, beni eve kapattı ve bir ay çıkmama izin vermedi. Ağladım, biliyorum ki tüm kilitleri ve hapisleri boşuna harcadı.
Beni evlendirecekleri adamı sadece bir kez gördüm ve kendisi bana onu sevebileceğimi söyledi. Ben kendisine, ‘Hayır, ben sadece ilk aşkımı seviyorum’ dedim. Babam beni hiç bir zaman affetmedi ve ben de kendisini affetmedim. O zamanlardaki gibi artık genç ve güzel değilim.
Ebediyen seni seven ve seni bekleyen, Eleni Karinte’n.”
Lord Nelson ve Lady Emma Hamilton / 1700’lerin sonunda
İngiltere
Ünlü ressam George Romney’nin pek çok tablosuna figür ve kendisine ilham olan güzelliği ile ünlüydü Emma. Emma, Sir William Hamilton ile Lord Nelson da Lady Fanny Nelson ile eviliolmasına rağmen, ikili tanıştığında Emma Lord Nelson’dan o kadar etkilendi ki “Aman Tanrım, bu mümkün mü?” diyerek bayıldı.
Ne karşılaşma ama! Tüm Londra’yı büyüleyen bir aşkla cüretkar bir şekilde Emma’nın kocasıyla birlikte bir kaç yıl yaşadılar.
Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da
Görünmezim cismim de yok, resmim de
Dil üzmezim, tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim
Tristan ve Isolde / 1200’ler İrlanda
Tristan çok sevdiği amcası Kral Mark’ın karısı Isolde’ye aşık olur. Bir çeşit üçlü ilişki başlar, herkesin birbirine gerçekten değer verdiği.
Fakat Tristan ve Isolde birbirlerine hissettikleri tutkuyu inkar edemez ve zina işlerler.
Kral Mark bunu öğrenince, yeğeni Tristan’ı zehirli bir kılıçla öldürür.
Isolde Tristan’ıun ölüğünü öğrenip cesedini gördüğünde kahrından hayata veda eder.
Benim için yaratıldı Muhammed
Benim için yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Embiyanın yüzündeki nur benim
Pyramus ve Thisbe / M.Ö.331
Babil İmparatorluğu
Babil İmparatorşluğu’ndak,I en yakışıklı erkek Pyramus ve en güzel bakire Thisbe idi Komşu ve çocukluk arkadaşları oldukları için aileleri tarafından evlenmeleri yasaklanmıştı.
Bir gece, buluşup birlikte kaçmayı planlıyorlardı. Ama bir gün bir dağ aslanı Thisbe’ye saldırdı. Kız kaçabildi ama aslan peçesini kapmıştı.
Pyramus aslanın ağzında kızın kanlı peçesini görünce, öldürüldüğüne inandı ve kendisini kılıcı ile öldürdü. Ve Thisbe Pyramus’un öldüğünü görür görmez kılıcı yerden alıp o da kendini öldürdü.
Prens Khurram ve Mumtaz Mahal Begum / 1600
Hindistan
Prens Khurrum (daha sonra Shah Jahan olan) genç, zarif Arjumand Banu Begum (daha sonra Mumtaz Mahal olarak adlandırılan)’a daha henüz 14 yaşında iken aşık oldu. Halihazırda iki karısı olmasına rağmen, Mumtaz Mahal prensin hayatının aşkı idi. Birlikte heryere seyahat ettiler, ve Mumtaz 14. çocuklarını doğururken ölünce, Shah Jahan Taj Mahal’in onun anısına inşa ettirdi.
Prens Saleem ve Anarkali / 1615
Moğol Hükümdarı Akbar’ın oğlu olan Prens Saleem, güzel köle kızı Anarkali’ye aşık olur. Akbar ve eşi Jodha, oğullarının sıradan bir uşağa olan aşkından utanç duyarlar ve kızı görmesini yasaklarlar. Prens bunu kabul etmek yerine babasına savaş açtığını bildirir.
Savaştan sonra, oğlunu mağlup eden Akbar , Anarkili’den vazgeçmesini ya da öldürülmesini ister. Prens Saleem ölümü seçer, ama buna razı gelmeyen Anarkali, prensle geçireceği tek geceye karşılık kendi hayatından vazgeçer. Arzu ettiği geceden sonra Akbar zavallı kızı diri diri tuğla bir mezarın içine gömülmesini sağlar.
Benim için yaratıldı Muhammed
Benim için yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Embiyanın yüzündeki nur benim
Yusuf ile Züleyha
Firdevsi’nin muhteşem bir üslupla destanlaştırıp dünya edebiyatına sunduğu öykünün özeti şöyle: Yusuf, Hazreti Yakub’un oğluydu. Zeki, mert ve bir o kadar da güzel yüzlüydü. (Öyle ki; günümüzde, dahi Hüsnü Yusuf yani Yusuf’un Yüzü, beğenilen bir çiçeğe verilmiş ad olarak hâlâ kullanılıyor) Öykü genç adamın kardeşlerinin kıskançlığı yüzünden önce bir tüccara verilmesi, sonra da Mısır firavununun muhafız komutanı Potifar’a satılmasıyla başlıyor. Köle olarak girdiği evde zekâsı ve dürüstlüğüyle dikkat çeken Yusuf çok geçmeden kâhyalığa yükselir ve Potifar’ın karısı Züleyha’nın ilgi odağı haline gelir. Mısırlı olmayan, Mısır’ın taptığı ilahlara tapmayan kölesini evin işerinin nasıl gittiğini öğrenmek bahanesiyle sürekli yanında tutmaya başlar, nihayet aşkını saklamayan Züleyha sonunda ondan kendisiyle sevişmesini ister. İşledikleri günahı görmemesi için odasındaki tanrı heykelinin üzerini çarşafla örttüğünü, dolayısıyla sırrın aralarında kalacağını söyler. Kutsal metinler öykünün burasında şu parantezi açıyorlar. Yusuf’un cevabı: “Sen üzeri örtülünce göremeyen bu heykelden korkuyorsun, benim her şeyi bilen Allah’tan korkmamamı nasıl beklersin.”
Züleyha’nın reddedilişinden önce Mısır’ın Amon rahiplerinin sonra da bütün ahalinin haberdar olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Mısır firavunun yani ‘tanrı’nın huzurunda dans etmek şerefine ermiş bir kadının ilahlara tapmayan bir köleye âşık olması, kendisini ona vermeyi teklif edişi ve daha da aşağılayıcı olarak reddedilmesi inanılır gibi gelmiyordu kimseye. Züleyha aşkının haklılığını kanıtlamak için önce sarayında arkadaşı olan kadınlara bir davet verdi; türlü ikramlarda bulundu. Son olarak meyve servisi yapılmasını ve bu hizmeti Yusuf’un görmesini istedi.
Ona her zamankinden daha itinalı giyinip süslenmesini emretti. Yusuf itaatkâr tavrıyla denileni yaptı. Portakalları tek tek özenle soyup sundu. Kadınlar, güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. “Bu insan değil melek” diyorlardı. Züleyha, “Siz bir an görmekle böyle düşünmeye başladınız. Onu her an yakınında gören ben ne yapayım” diyerek dostlarından içinde bulunduğu hali anlamalarını istedi. Kadınların hepsi kendilerine ikramda bulunurken türlü vaadlerle onun ilgisini çekmeye çalıştı, evlerinin onunla aşk yuvası haline geleceğini söyledi. Kutsal kitapların ikinci parantezine geldi sıra: “Yusuf onlara şayet Şeytan’a uyacak olsa Züleyha’yı tercih edeceğini söyledi.” Züleyha bu davetten sonra dedikodunun yön değiştireceğinden emindi, haklı çıktı. Soyluların hanımları birbirlerinin Yusuf’a söyledikleri aşk vaatlerini dillerine doladılar.
Aşk ve iftira
Züleyha, Yusuf’u ikna etmek ümidiyle, “Benimle olursan senin tanrına inanırım, tüm Mısır’ı o tanrıya tapar hale getiririm” vaadinde bulundu. Yusuf’a sarıldı.
Yusuf yine kabul etmedi. Odadan çıkarken Züleyha onu giysisinden çekti, kumaş yırtıldı. Yusuf duraksamadı. Bunun üzerine Züleyha öfkelendi ve kocasına çıkıp Yusuf’un kendisine saldırdığını, sevişmek istediğini, uzun mücadeleden sonra onun elinden kurtulduğunu anlattı. “Yırtılmış kıyafeti, olayın kanıtıdır” dedi. Potifar vakit geçirmeden Yusuf’u yargıçların hükmüne terk etti. Züleyha hâkimlere de olayı aynı şekilde anlatmayı sürdürdü. Ancak yagıç heyeti “Elbise önden yırtılmışsa kadının anlattıkları doğrudur. Şayet elbise arkadan yırtılmışsa köle masumdur” dediler ve Züleyha’nın iftirada bulunduğuna hükmettiler. Hikâye Yusuf’un Allah tarafından bilgiyle donatılmış olması sayesinde firavunun gözüne girerek imparatorun yardımcılığına yükselmesiyle devam eder. Potifar eski kölesinin emrine girmiş olmayı kendisine yediremez, hastalanır ve ölür. Züleyha suçluluk duygusuyla inzivaya çekilmiştir ve ağlamaktan gözleri görmez haldedir. Evindeki bütün putları kırar ve gizli gizli Yusuf’un tanrısına tapmaya başlar. Ama aşkında hiçbir değişiklik yoktur.
Yusuf’un merasimler vesilesiyle kralın yanında halk arasında görüneceğini her öğrendiğinde fakir halktan biri gibi kalabalığa karışır ve onu seyrederek tatmin olur. Kutsal metinlerin son notu şöyle: “Yeni seçtiği tanrı sonunda ona yardım etti. Yusuf kalabalık arasında onu fark edip saraya getirilmesini istedi. Züleyha onun makamına götürüldüğünde eski güzelliğinden eser kalmamıştı, bitkindi. Baş başa kaldıklarında yaşadığı sıkıntıları anlattı.
Onun çektiği acıları diledikçe Yusuf da gözyaşlarına hâkim olamadı. Ve yerine getireceği vaadiyle ondan üç şey istemesini söyledi. Züleyha ilk olarak, “Gözlerim yeniden görsün” dedi. Yusuf dua etti ve bu dilek o an yerine geldi. Züleyha’nın ikinci isteği eski güzelliğine kavuşmaktı. Yusuf tekrar dua etti, bu dilek de yerine geldi. “Son dileğin ne” dedi Yusuf. Züleyha, “Beni eş olarak al” dedi Züleyha. Yusuf tereddüt etti. O sırada ilahi telkinin beyninde yankılandığını işitti Yusuf. Tanrı, “Vaadini tut. İsteğini yerine getir” diyordu
Bir de benim eşime Gülüm’e olan aşkım var da… Şimdi onu anlatsam ömrüm yetmez… :) Sizlere de muhteşem bir aşk diliyorum. Sevgilerimle…