Keloğlan’ın büyüklerin sözünü dinlememesi üzerine başına gelenleri konu edinen her yaşa uygun Uyutan Masallar, beğenilerek okunan hem de eğlendirici Keloğlan Masalları.
İyi okumalar…
Keloğlan Umudu Masalı Oku
Dünya dönerken, güneş gökyüzünde gülerken, memleketin birinde aklı sivri, huyu iyi, kurnaz mı kurnaz, Keloğlan adında bir çocuk yaşarmış. Keloğlan’ın hayatta bir annesi, bir de ineği varmış. Açın çocuklar kulaklarınızı, dikkatli okuyun masalımızı.
Görün, büyükler tarafından söylenen sözlerin, siz küçükler tarafından dinlenmediğinde olanları. Keloğlan ve annesinin tek geçim kaynağı sahip oldukları bir inekmiş. İneğin sütünü sağar, ondan yoğurt ve peynir yaparlar, kendilerine fazla gelen sütü pazarda satarak ekmek parası kazanırlarmış.
Bir gün Keloğlan, ineğini otlatırken sıcaktan çok bunalmış. Derenin kenarına gidip yüzünü yıkamış. ve bir avuç su içmiş. Sonra da başını gökyüzüne kaldırıp “Ooh! Allah’ım sana şükürler olsun,” demiş.
Bunları söyler söylemez de yanında sakalı ak, yüzü nurlu bir dede belirmiş. “Keloğlan keleş oğlan, yüreği iyilik dolu oğlan! Dile benden ne dilersen,” demiş.
Keloğlan önce çok şaşırmış. Sonra da dedenin gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu anlamak için ona bir dokunmuş. Dedenin gerçek olduğunu anlayınca ona “Ak sakallı dede, yüzü nur saçan dede, isterim ki yoksulluktan kurtulayım. Anamı huzurlu yaşatayım,” demiş.
Dede de Keloğlan’a bir tavuk uzatarak ona “Bak oğul, darda kaldığın zaman tavuğa: Yumurtla tavuğum yumurtla, diye söyle o zaman o sana yardım edecek. Ama asla bunu her kesin yanında yapma,” demiş ve hemen ortadan kaybolmuş.
Keloğlan dedenin böyle kaybolduğunu anlayamamış. Sağına soluna bakmış, önüne ardına bakmış; dede yok.
Yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle başlamış başına gelenleri düşünmeye, bir de dönmüş tavuğa bakmış. “Bu tavuk benim dertli başıma nasıl çare olur ki?” diye düşünmüş.
Dayanamamış, dedenin söylediklerini dinlememiş. Almış tavuğu, koymuş bir ağacın dibine ve “Yumurtla tavuğum yumurtla,” demiş.
Bir de ne görsün! Tavuğun altında çil çil altınlar ışıl ışıl parlıyor.
Tavuğu kucağına aldığı gibi koşmuş annesine, “Anacığım, anacığım! Bak, sakalı ak, yüzü nurlu bir dede bana ne verdi? Bu tavuk bizi rahat ettirecek. Bizi bolluk içinde yaşatacak,” demiş.
Annesi şaşkınlıkla bir tavuğa bir de Keloğlan’a bakmış, sonra da, “A benim kel oğlum, keleş oğlum, biraz da saf oğlum! Bu tavuk bizi nasıl rahat ettirir? Gelin değil ki hizmet etsin, yiğit erkek değil ki eve ekmek getirsin,” demiş.
Keloğlan başına gelenleri annesine bir bir anlatmış, sonrada “Yumurtla tavuğum yumurtla,” demiş.
Keloğlan’ın annesi gözlerine inanamamış ama tavuğun altındaki çil çil altınları görünce sevinçten ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmış. Hemen altınları toplayıp pazarın yolunu tutmuşlar. Diledikleri gibi alışveriş yaptıktan sonra da evlerine dönmüşler.
Annesi Keloğlan’a, “Aman oğul sakın ha tavuğu kimseye gösterme! Bakarsın bu yoklukta biri alır götürür. Bütün sahip olduklarımızı kaybederiz,” demiş.
Keloğlan annesini dinler mi hiç? Annesinin komşularına ziyafet verdiği bir gün tavuğu almış kolunun altına, geçmiş herkesin karşısına.
“Komşular komşular! Kaldırın başınızı, seyredin olanları,” demiş. Sonra da tavuğu yere indirerek “Yumurtla tavuğum yumurtla” diye seslenmiş.
Tavuk çil çil altınlar yumurtlayınca Keloğlan da almış altınları, saçmış ortalığa. Keloğlan’ın komşuları ise kapışmışlar altınları.
komşulardan bir tanesi başlamış gece boyu “Ne etsem, nasıl etsem de bu tavuğu ele geçirsem.” diye düşünmeye.
Gece demeden gündüz demeden bütün ülkede Keloğlan’ın tavuğunun benzerini aramış, durmuş. diğer yandan da Keloğlan’ın evinde verilen ziyafetlere katılıyormuş. Keşke Keloğlan, annesinin ve ak sakallı dedenin sözünü dinleseymiş.
Gün gelmiş komşusu bulmuş tavuğun benzerini ve gece gizlice tavukları değiştirmiş. Mutlu günlerin sonunun geldiğini ne bilsin Keloğlan! Bir yıldızlar aydınlatmış gökyüzünü, bir de güneş.
Keloğlan yine altına ihtiyaç duymuş. Duymuş duymasına ama “Yumurtla tavuğum yumurtla.” dese de yumurtlamaz olmuş. Gıdaklamaktan başka bir şey yapmıyormuş.
Keloğlan başına gelenin farkına vardığında artık çok geçmiş. Çok ağlamış, çok pişman olmuş söz dinlemediğine ama olan olmuş bir kere.
Anasıyla konuşmuş. Yine derenin kenarına gitmeye karar vermiş. Ertesi gün gitmiş dere kenarına. Güzelce yıkamış yüzünü, içmiş bir avuç suyu, kaldırmış başını gökyüzüne ve “Allah’ım sana şükürler olsun” demiş.
Sakalı ak, yüzü nurlu dede yine belirmiş yanında. Anlatmış derdini dedeye.
Af dilemiş Keloğlan, bir daha verdiği sözü tutacağına da yemin etmiş. Dede de Keloğlan’a inanarak ona bir mendil uzatmış.
“Keloğlan keleş oğlan, sözden anlamaz oğlan! Başın darda kalınca, açıl mendilim açıl. dersen bu mendilin sana çok faydası dokunacak, ama bunu sadece annen ve sen bileceksin, kimselere söylemeyeceksin. Unutma verdiğin sözleri. Haydi düş evinin yoluna” dedikten sonra ortadan kaybolmuş.
Keloğlan yine koyulmuş yola, aklı fikri mendildeymiş. Sonunda dayanamayarak oturmuş bir ağacın altına. Sermiş mendilini yere. “Açıl mendilim açıl,” demiş.
Mendil , bu sözler üzerine kurmuş Keloğlan’a bir sofra, Keloğlan yedikçe hizmetçiler doldurmuş sofrayı. Oda iyice doyurmuş karnını. Koşmuş annesine, anlatmış olanları.
Annesi: “Benim kel oğlum, keleş oğlum, bildiğinden şaşmaz oğlum! Sen sen ol, mendili kimseye gösterme. Unutma tavuğun başına gelenleri,” demiş.
Keloğlan bir süre, annesine ve ak sakallı dedeye verdiği sözü tutmuş. Bir gün yine dayanamamış, arkadaşlarına anlatmış olanları.
Bütün bu hikayeyi dinleyen çocuklar, koşa koşa annelerine gidip Keloğlan’ın mendilini anlatmışlar. Olan olmuş yine. Kurnaz ve hırslı komşu düşünmeye başlamış. Mendile sahip olmanın yollarını aramış. Ülkeyi dolaşarak, mendilin aynısını bulmuş.
Yine bir gün ziyafet sofrasına gittiğinde aldığı mendille Keloğlan’ınınkini değiştirmiş.
Sabah olmuş, horozlar ötmüş, kuşlar cıvıldamış. Keloğlan sabah kahvaltı yapmak için almış mendilini eline, sermiş masanın üzerine sonrada “Açıl mendilim açıl” demiş.
Ne bilsin Keloğlan, iş işten çoktan geçmiş. Mendilden çıkan huriler artık çıkmaz olmuş. Keloğlan annesine, yaptığını anlatmış. Pişman olduğunu söylemiş ama ne çare!
Giden mendil gelmez olmuş. Yine son bir umut koşmuş dere kenarına. yıkamış yüzünü, içmiş bir avuç suyunu. Kaldırmış başını gökyüzüne ve, “Ooo! Allah’ım sana şükürler olsun,” demiş. Ama dede görünmemiş. Sadece sesi duyulmuş:
” Keloğlan keleş oğlan, yüreği iyilik dolu, söz dinlemez oğlan! Ne ettin sana verdiğim mendili”
“Pişmanım dedeciğim. Bir akılsızlık ettim, seni ve anamı dinlemedim, yardım isterim yine senden,” demiş.
Ak sakallı dede birden, Keloğlan’ın yanında belirmiş. “Bak oğul! Sen, elindekileri söz dinlemediğin için kaybettin. Aç kulaklarını ve beni iyi dinle şimdi” demiş.
Sonra da Keloğlan’a üç nasihatte bulunmuş. “Yoksulluğuna üzülme, Allah’ın çalışkan insanları ödüllendireceğini unutmadan çalış ve ondan dile. Bu bir… Büyüklerinin sözünden çıkma. Bu iki… Verdiğin sözden asla dönme. bu da üç… “
Keloğlan’ın elinde, umudu olacak bir tavuğu ve mendili kalmamış ama dedenin verdiği öğütler ona çok fayda sağlamış. Keloğlan kaybettiklerine hiç üzülmemiş. Çünkü dedenin verdiği nasihatler altın yumurtlayan tavuktan, zengin sofralar kuran mendilden de daha kıymetliymiş.